Ağrı’da bir gün belki içimden gelerek belki de bir dergiye göndermek niyetiyle yazdığım bir yazı….
ÇİÇEKLER SOLMASIN(DÜŞÜNÜN)
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen uzun kışların bir gününde okula ulaştığımızda, saçak altlarına sığınan serçeler gibi okul duvarları dibinde titreşen çocuklarımı görünce içim cız etti.
Onlar ki geleceğin kendilerine neler hazırladığından habersiz hayatı oyun olarak gören,oyunlarla yaşayanlardı.
Bir yer düşünün; eğitimin, okulun hiç değer taşımadığı, çocukların sadece çalışacak işçi, hayvanlara çoban, büyük birer masraf kapısı olarak görüldüğü ve okula sadece karlı kış günlerinde, evde kalabalık yapmasın, başımızı ağrıtmasın diye gönderildiği.
Ama o zavallıların bütün bunlardan habersiz, ayaklarında yırtık birer lastik ayakkabı, eski birer çorap, ayakları su içinde heyecanla, zevkle okula geldiği, ”bize ders ver, bizi yetiştir”, belki de ” bizi kurtar” diye öğretmenlerine yalvardığı çocuklar düşünün.
Ve, yeterli yakacak olmadığı, kış şartları çok çetin geçtiği için, sıfır dereceye yakın sıcaklıklarda ders yapmaya, hem kendisi hasta olmadan ayakta kalmaya, hem çocuklarını ısıtmaya ve bu arada eğitim-öğretim yapmaya çalışan öğretmenler düşünün.
Çocuklar ki elleri donduğu için kalem tutamayan, kitabını, defterini açamayan çocuklar. Bu eller, bu vücutlar ısıtılacak, kitap okunacak, yazı yazılacak ve bir şeyler öğrenilecek.
Belki başka bir işte isyan edip işini bırakacak öğretmenler, o minicik gözlerden aldıkları enerjiyle, ateşle ısınarak her şeye rağmen görevine devam ediyorlardı.